20 Aralık 2022 Salı

İnsanlar Ne Kadar Yalancı?

 

İNSANLAR NE KADAR YALANCI?

 

“İnsanlar ne kadar yalancı?” sorusunun cevabı bir gözlem ve tespit meselesi. Kendimce bir tespit yaptım elbet. Bir değer ölçüsü, bir mihenk ve özgün bir fikir ortaya çıkardığımı sanıyorum.

İnsanlar o kadar yalancı ki dürüst olduğuma, yalan söylemediğime/ söylemeyeceğime inandıramadığım/ inandıramayacağım kadar yalancı. Fert fert bütün toplum, hamuru yalanla karılmış bir ilişkiler yumağı içinde ya da hadiselerin sarmalında, hayatlarından memnun olarak yaşıyorlar. Doğruyu söyleyince sularını bulandırıyorsun. Alışık değiller çünkü bünyelerine ağır geliyor, hemen ateşleri yükseliyor insanların.

Bazen bir insana, bir mesele hakkında doğru bir şey söylemek ve onu eğri yolun encamından çevirmek için “Nasıl anlatırsam inanır?” diye günlerce düşünüyorum. Hatta belki de yalan söyleyerek hiç olmayacak, hiç inanılamayacak bir meseleyi daha kolay kabul ettirebilirim diye düşünmüyor da değilim. Öyle ya bünye eğer sıcağa alışmışsa, bir bardak soğuk su içirmek insanı zatürre bile edebilir. Yani akıl, duyuş, his, frekans meselesi bu. Tutturmak, uymak, rezonans olmak lazım.

Doğru söyleyeni dokuz köyün dokuzundan bile kovmuşlar. Doğruyu söyleyen, kendine o günden beri bir köy bulup yerleşemedi sanırım. Doğruyu söyleyenler bu dünyada hep sürgün yaşamaya mahkûmdurlar. Doğru söyleyenlerin kaderinde hep kovulmak vardır maalesef.

Doğru söze inanmayanların, doğrucu insanları sevmeyenlerin, onları yanında yöresinde görmek istemeyenlerin yalanlarla dolu dünyasında bir gün perdeler kapanacak, ışıklar sönecek ve eşya bütün mahiyetiyle bir kez daha ve ebedi olarak ortaya çıksın diye hiç zeval bulmayacak bir güneş doğacak. Artık o sonsuz güneşin altında doğrucuların, yalancılara bir şey anlatmasına gerek kalmayacak. “Ben demiştim ama”, “bak inanmamıştın bana” gibi cümleler sarf etmeye ihtiyaç olmayacak. Herkes her şeyi ayan beyan görecek.

Akıl, insana bahşedilmiş en büyük nimettir. İlim, insanoğluna Allah tarafından verilmiş bir emirdir. Aklı işletip, merakına yol verip, doğruları araştırma adına gayret sarf edip, yalanı doğrudan ayırabilecek bir bilince ulaşabilir insanoğlu. Aldatmamak, aldanmamak lazım. Bunun için her söylenene değil doğru söylenene inanmak gerekir. Zaten yalanın ömrü yatsıya kadardır. Doğrular ise, eşyanın ve hadiselerin lif lif çözülüp ayıklanacağı sabahların öncesinde, atmayı bekleyen şafaklar gibi bütün gözlere ve kulaklara ulaşmayı sabırla beklemektedir.  

 

Faruk GÜVEN

      Aralık 2022, Edremit

17 Aralık 2022 Cumartesi

Dikiz Aynasından Görünen Cenaze Arabası

 

DİKİZ AYNASINDAN GÖRÜNEN CENAZE ARABASI

 

          Belki ilk kez görmüyordum ama bu derece anlam yüklü olacağını hiç düşünmemiştim, aynaya yansıyan o görüntünün.

Dikiz aynasında bir cenaze arabası…

Trafikte sakince seyrederken, bir an yeşil renkli bir kamyonet ilişiverdi gözüme. Taşıdığı mevtanın ruhuna olan saygıdan olsa gerek, ağır ağır ilerliyordu bu yeşil kamyonet. Fakat beni takip ediyordu. Bu anlamlı takip nereye kadar devam edecekti?

Belki bir kırmızı ışıkta, tamponunu aracımın tamponuma çok yakın hissedeceğim. Belki bir mevkide yakıtım bitecek veya tekerim patlayacak ve zorunlu olarak duracağım. İşte o anda,  takip eden kamyonet beni sollayıp geçerken; şoför mahallinde oturan adam camı açıp, “gel, gideceğin yere kadar bırakayım” diyecek. Bu davet niye?

Arkasında boylu boyunca uzanıp duran, üzeri sırma nakışlarla bezeli ahşap sanduka kimin kısmeti?  Öyle ya, hani bir mizansen dışında herkes yalnız bir kez binme şerefine nail olabilir bu kamyonete ve kurulabilir sessiz soluksuz, arkasındaki ahşap sandukaya. O sırmalı örtü bir kez örtülür, onun için, o ahşap sandukanın üzerine.

Dikiz aynasından gördüğüm cenaze arabası beni takip ediyor. Bu takip, bir ayna hükmünde olan dünya hayatımın nihayet bulacağı ana kadar devam edecek.

Dünyayı gösteren aynam bir gün kırılacak, tuz-buz olacak.  Aynamın boş çerçevesi içindeki sonsuz karanlık bir daha ne ile aydınlanacak? Muvakkat bir körlük olacak ama bir sonraki ışık, ya tenimi yalamaya pek iştiyaklı cehennemî alevlerin, kapkaranlık gölgelerini duvarlarda oynaştıran yakıcı bir aydınlık olacak ya da yedi renginin bahçelere, bağlara, sulara ve semaya dingin bir huzur ve saadet bahşettiği, cennetin hayret feza nuru olacak. 

Hayret feza bir nur. Her şeyi zulmetten kurtaran, eşyanın üzerindeki siyah perdeyi sıyırıp; ışığın yedi rengiyle şekilleri, hacimleri, formları, derinliği; uzağı ve yakını ortaya çıkaran bir nur. Bu nurun dünya sahnesindeki hükmü, ecelim ile beraber sönecek. Sonra sual edecekler: 

“Dünyada ne kadar zaman seyran ettin?” 

El cevap:

“Ya bir göz açıp kapayıncaya kadar, ya da daha az.” 


Faruk GÜVEN, 04.05.2022, Edremit