20 Şubat 2020 Perşembe

Şans İşi


Şans İşi / Faruk GÜVEN

“Bana bir şans daha verir misin?”
“İşimiz şansa kaldı.”
“Bir su alma şansım var mı?”
İçinde şans geçen cümleleri sıralarsak buradan İstanbul’a yol olur. Fakat bu yazıyı yazmama sebep olan cümle üçüncüsü. Birkaç gün arayla iki ayrı yerde şahit olduğum konuşmaların dikkatimi celbeden ayrıntısı bu üçüncü cümlede gizli. Parasıyla satın alması iktidarı ve imkânı dâhilinde olan biri için bile su almanın şansa bağlanmış olması çok tuhaf. Sanırsın her şey için zar atıyoruz ya da çarkıfelek döndürüyoruz. Evet, bunun başka bir açıklaması yoktur sanırım. Yoksa insan evladı bir insan, cebindeki parayla benzinliğin marketine ya da hamburgercideki kasiyere gelip de “Bir su alma şansım var mı?” demez.

Kafamda muzipçe bir senaryo kurdum bununla ilgili. Hadi ben benzinlikteki market görevlisi olsam ve biri bana “Su alma şansım var mı?” diye sorsa, ben de hemen arkamda duran çarkıfeleği çevirsem ve “Bekleyelim bakalım beyefendi; şansınıza su mu gelir, kola mı yoksa meyve suyu mu?” desem ve farzı misal meyve suyu gelse nasıl olur? En imkân dâhilindeki işini bile şansa bağlayan kişilere verilecek güzel bir cevap değil mi bu?

Yanlışsam biri çıkar düzeltir belki ama bana öyle geliyor ki şansın hayatımızdaki yeri yalnızca şans oyunları oynadığımız kadardır. O da zaten şans oyunu oynayanları bağlar. Gerisi kader, kısmet, baht ile tarif edilecek hususlardır. Herkes bahtının aydınlığına yürür; kısmeti kadarını kazanır, yer, içer. Kaderin cüzi irade kısmı, bizim müdahale alanımız içindeki kadardır. Onun da külli iradeye bakan kısmı şans değil Allah’ın planıdır.
Bir adam yolun karşısına geçerken kıl payı kazadan kurtulsa “Şansım varmış ölmedim.” diyemez. Külli irade planında onun ölümü, o hadise ile gerçekleşmeyecek demek ki. Her şeyi şansa bağlamak, bu ilahi planı ve programı hiçe saymak ve kaderi, kısmeti, bahtı iyi anlayamamak anlamına gelir.

– Bu kıyafeti deneme şansım var mı?

– Durun hanımefendi, hemen zar atayım… Bakın hep yek geldi. Bugün deneyemezsiniz. Yarın yine gelin.

Komik bir diyalog. Şansın hayatımızdaki yerinin şans oyunlarındaki kadar olduğunu iddia ediyorum ya, aslında aylar önceki bir milli piyango çekilişinde, işin şansı da aştığını gördük. İş haber değeri taşıyacak mahiyete bürünmese benim gibi piyangoya filan Fransız kalan insanlar ne olduğunu anlayamayacaktı. Bilgisayar üzerindeki birkaç oynama ile noter yetkilisine, kameralar önünde ikramiye çıkabiliyor. Neyse bu mevzuyu fazla deşmeyelim. Nimet Abla kuyruklarında, cebindeki rızkını kumara veren safderunlar düşünsün bunu. Biz asıl mevzumuza dönelim.

Ne demiştik?
– Bir şişe su alma şansım var mı?

– Durun zar atayım… Hep yek! Maalesef şimdilik yok bayım!

Faruk GÜVEN / Şubat- 2020

19 Şubat 2020 Çarşamba

Hastane Manzaraları

HASTANE MANZARALARI


Ne çok hastalığımız var, ne kadar fazla hastamız var? Bunu dışarıdan tahayyül etmek pek zor. Bir kaç gündür hastanede yataklı bir serviste bulunmamış olsam, dışarıdaki sağlıklı insanların sayısının hastaların sayısından fazla olduğuna inanmaya devam edecektim. Çocuk hastanesinde bulunmak da ayrı bir gözlem ve hayret sebebi. 

Doğan çocukların, henüz bir ya da iki yaşındaki çocukların kaçı hasta böyle? Diğer servislerdeki hastaların ve hassaten de ihtiyarların durumu ayrı bir taaccüp sebebi. O nineler, dedeler, bilumum ak saçlılar; bastona dayananlar, tekerlekli sandalyede gezenler sayıca epey fazla.

Dert var dertten içre. Herkesin, hastane manzaralarına bakıp da şükredeceği onlarca sebep var. Allah teselliyi, başka manzaralara temaşadan veriyor. Beterin beteri var; sabrı zorlayan, tahammülü örseleyen ne çok dert var. Kiminin ekonomik imkânı var fakat tıbben çare bulmaya yetmiyor. Kiminin tam tersi; biraz para olsa, iyi imkânlar dâhilinde hastalıkla baş etmek mümkün olacak. Tabii ikisinden de yoksun bekleyenlerin durumu da sayıca fazladır elbet.

Allah, insana taşıyamayacağı yükü yüklemezmiş. Sanki başkasından duymuşuz gibi. Üzerimizdeki ağır yaşamak yükü, istiap haddinin fevkinde mi acaba? Biz zaten bize teklif edilen yükün, taşıyabileceğimiz kadarını yüklenmişiz. Lütf-u İlahi işte, başka bir şey değil. Bakmayın siz isyan deryasına yelken açanlara; "Beni mi buldu bu dert?" ya da "Neden ben Allah'ım?" diye, Allah'ın şaşmaz terazisinden ve enginlerden engin merhametinden şüphe edenlere. İman gemisine binmeyenler, en küçük dalgada bile boğulmaya müheyyadır. Dertlilere, deva arayanlara, devayı doğru veya yanlış yerden umanlara, isyan edenlere, tevekkül ile ruhunu ebediyetlere uzayan bir pırıltı silsilesi haline getirenlere bakınca hastane manzaralarının ne kadar tanıdık, ne kadar yabancı ne kadar insani olduğunu tefrik etmek, manzaraya bir daha bir daha bakmaya istek uyandırıyor.

Kimi zaman polikliniklerde , kimi zaman yataklı servislerde, bekleme salonlarında "ah-vah" edenlerin içinde, derdime, derdimize "hamdolsun" demekten başka yapacağım bir şey yok. Daha ağırı, daha katlanılmaz olanı, sabrı daha da zorlayanı başımıza gelse bile...

Faruk GÜVEN- Şubat-2020