29 Mayıs 2023 Pazartesi

Yetimlik

 

               

                                                                                YETİMLİK

     1 Eylül 2018

            Voice of America (VOA) televizyonunda, Amerikalı Senatör John McCain’in cenaze töreni yayınlanıyor. Canlı yayında, kürsüde genç bir bayan ağlayarak bir şeyler anlatıyor. Salon tıklım tıklım dolu. Ön tarafta katafalka konulmuş ve üzerine Amerikan bayrağı örtülü bir tabut. Katafalkın önünde kurulmuş olan kürsüde ağlayarak konuşan genç bayan, Meghan McCain. John McCain’in, yani mevtanın kızı. Bu tablo, yetimliğin Amerikancası ve ağlamanın ecnebicesi.

Milliyet, renk, lisan ne olursa olsun, yetimlik aynı yetimliktir. Babasızlık, ruha işleyen kasvetli bir atmosfer gibi, kimi ağlatacağını iyi biliyor. Ben bunu bu yazıyı yazdığım tarihlerden henüz yaşamamıştım.  Fakat yaşayanlara da yakinen şahit oldum.

Kırk küsür yaşında olan bir arkadaşımın babası ölmüştü ve ben kabristanda, yetimliğin yaşa, başa bakmadığını gördüm. Arkadaşım ve kardeşi, babalarını kabre indirip, elleriyle kabre toprak atarken, onların nasıl gözyaşı döktüklerine şahit olmuştum. Bu yaşta bile yetimlik nasıl derinden ve yakıcı olarak hissediliyormuş, şahit olmuştum. Yıllar geçtikten sonra, babam ölünce dünyanın yarısını da alıp götürdüğünü, iliklerime kadar işleyen bir acı ile hissetmiştim. Dünyanın direkleri yıkılmış, duvarlar payandasız kalmış, baba evinin kapısının söveleri yer ile yeksan olmuştu.

Yetimlik, telafisi olmayan bir yıkım, paylaşılamayacak bir yalnızlık, içine akan gözyaşları ve kederin bin bir haddeden geçmiş en saf ve sarsıcı halidir. Yaşamayan bilmez, bilemez.

Ey, bir baba gölgesi arayan dünyanın yetimleri. Sizin başınızı okşamanın bir insanlık meselesi olduğu aşikâr iken, sizler kimin gölgesine sığınıyorsunuz? Minik ellerinizi ısıtacak bir sıcaklık, dünya semasından çekileli ne kadar zaman oldu sahi?

                                                                                (Faruk Güven, Mayıs-2023, Edremit)

 

 

 

4 Mayıs 2023 Perşembe

Sekülerleşme

 


                                            SEKÜLERLEŞME
 

Eskiden camiye, cumaya gidiyorum diye, en azından haftada bir gün yaptıkları ibadetin hatırına, devam eden haftada günahlardan uzak durmaya gayret eden genç ve orta yaşlı bir kesim vardı. Şimdilerde ise “nasılsa cumaya gidiyorum, nasılsa Ramazan ayında oruç tutuyorum” diye, kalan zamanlarda her türlü mel’aneti işlemeye meyilli insanlar çoğunluktaysa, orada sekülerleşme çoktan başlamış demektir.

İpini, dinî yaşamın bir yerine iliştirip, varacağı limanı işaretleyerek, kirli dünyanın kabarıp köpüren denizlerine rahatça yelken açıp, oynak dalgalar arasında dans eden insanoğlu, seküler yaşadığının farkında mıdır?

Din, eğer bütün unsurlarıyla, hayattan çekilmeye başlamışsa ve artık hayata yön vermiyorsa orada sekülerleşme başlamıştır. En güncel meselelerden, en kritik kararlara kadar din, eğer ki bir referans kaynağı değilse artık, o zaman insan sekülerizmin sularında yüzmeye başlamış sayılır.

Giyim- kuşamdan, muamelata; örf ve adetlerden, ticari faaliyetlere kadar her hususta belirleyici ve yol gösterici bir kılavuz olması gereken din; demode, çağdışı, sürdürülemez ve yaşama entegre edilemez bir pozisyona düşürülmüşse, artık seküler bir yaşam tarzı, bütün fakülteleriyle hayata hâkim demektir.

Elde kalan; kimisi için, bir gruba dahil olmanın sembolü, kimisi için siyasal veya sosyolojik bir dayanak unsuru olarak din, dindarlık mevhumunu yeniden tanımlayacak kadar yetkili bir hüviyete bürünmüş ve yan gözle bakanlara da maalesef menfi bakımdan pirim verecek bir konuma getirilmiştir.

Varlık sebebimiz olan kulluk ve bunu bütün unsurlarıyla kuşatan din mevhumu dünyevi işlere, tutumlara, ideolojilere alet edilirse, hayat yolundaki belirleyici, yol gösterici bir kılavuz olma vasfını yitirir. İşte tam da burada, kılavuzluğu başka ellere, ideolojilere, tutumlara, tarzlara kaptıran inançlar manzumesi olan din, hayata hayat olma ehliyetini de yitirmiş olur.

 

(Faruk Güven/ 2020/ Edremit)