Faruk GÜVEN- Edremit- 2018
DÜŞ VE SEMBOL YAZILARI
20 Aralık 2024 Cuma
Muhasebe Defteri
Faruk GÜVEN- Edremit- 2018
29 Mayıs 2023 Pazartesi
Yetimlik
1 Eylül 2018
Milliyet, renk, lisan ne olursa olsun, yetimlik aynı yetimliktir. Babasızlık,
ruha işleyen kasvetli bir atmosfer gibi, kimi ağlatacağını iyi biliyor. Ben
bunu bu yazıyı yazdığım tarihlerden henüz yaşamamıştım. Fakat yaşayanlara da yakinen şahit oldum.
Kırk küsür yaşında olan bir arkadaşımın babası ölmüştü ve ben
kabristanda, yetimliğin yaşa, başa bakmadığını gördüm. Arkadaşım ve kardeşi,
babalarını kabre indirip, elleriyle kabre toprak atarken, onların nasıl gözyaşı
döktüklerine şahit olmuştum. Bu yaşta bile yetimlik nasıl derinden ve yakıcı
olarak hissediliyormuş, şahit olmuştum. Yıllar geçtikten sonra, babam ölünce
dünyanın yarısını da alıp götürdüğünü, iliklerime kadar işleyen bir acı ile
hissetmiştim. Dünyanın direkleri yıkılmış, duvarlar payandasız kalmış, baba evinin
kapısının söveleri yer ile yeksan olmuştu.
Yetimlik, telafisi olmayan bir yıkım, paylaşılamayacak bir
yalnızlık, içine akan gözyaşları ve kederin bin bir haddeden geçmiş en saf ve
sarsıcı halidir. Yaşamayan bilmez, bilemez.
Ey, bir baba gölgesi arayan dünyanın yetimleri. Sizin başınızı okşamanın bir insanlık meselesi olduğu aşikâr iken, sizler kimin gölgesine sığınıyorsunuz? Minik ellerinizi ısıtacak bir sıcaklık, dünya semasından çekileli ne kadar zaman oldu sahi?
(Faruk Güven, Mayıs-2023, Edremit)
4 Mayıs 2023 Perşembe
Sekülerleşme
SEKÜLERLEŞME
Eskiden camiye,
cumaya gidiyorum diye, en azından haftada bir gün yaptıkları ibadetin hatırına,
devam eden haftada günahlardan uzak durmaya gayret eden genç ve orta yaşlı bir
kesim vardı. Şimdilerde ise “nasılsa cumaya gidiyorum, nasılsa Ramazan ayında
oruç tutuyorum” diye, kalan zamanlarda her türlü mel’aneti işlemeye meyilli
insanlar çoğunluktaysa, orada sekülerleşme çoktan başlamış demektir.
İpini, dinî
yaşamın bir yerine iliştirip, varacağı limanı işaretleyerek, kirli dünyanın kabarıp
köpüren denizlerine rahatça yelken açıp, oynak dalgalar arasında dans eden
insanoğlu, seküler yaşadığının farkında mıdır?
Din, eğer bütün
unsurlarıyla, hayattan çekilmeye başlamışsa ve artık hayata yön vermiyorsa
orada sekülerleşme başlamıştır. En güncel meselelerden, en kritik kararlara
kadar din, eğer ki bir referans kaynağı değilse artık, o zaman insan
sekülerizmin sularında yüzmeye başlamış sayılır.
Giyim- kuşamdan,
muamelata; örf ve adetlerden, ticari faaliyetlere kadar her hususta belirleyici
ve yol gösterici bir kılavuz olması gereken din; demode, çağdışı, sürdürülemez
ve yaşama entegre edilemez bir pozisyona düşürülmüşse, artık seküler bir yaşam
tarzı, bütün fakülteleriyle hayata hâkim demektir.
Elde kalan; kimisi
için, bir gruba dahil olmanın sembolü, kimisi için siyasal veya sosyolojik bir
dayanak unsuru olarak din, dindarlık mevhumunu yeniden tanımlayacak kadar
yetkili bir hüviyete bürünmüş ve yan gözle bakanlara da maalesef menfi bakımdan
pirim verecek bir konuma getirilmiştir.
Varlık sebebimiz
olan kulluk ve bunu bütün unsurlarıyla kuşatan din mevhumu dünyevi işlere,
tutumlara, ideolojilere alet edilirse, hayat yolundaki belirleyici, yol
gösterici bir kılavuz olma vasfını yitirir. İşte tam da burada, kılavuzluğu
başka ellere, ideolojilere, tutumlara, tarzlara kaptıran inançlar manzumesi
olan din, hayata hayat olma ehliyetini de yitirmiş olur.
(Faruk Güven/ 2020/ Edremit)
24 Nisan 2023 Pazartesi
İki Yalan
İKİ YALAN
İki türlü yalan vardır, derler. Biri
ortaya çıkan yalan, diğeri ise istatistik. Ben işin, istatistiğin de bir yalan
türü olduğu kısmına pek katılmamakla beraber, ortaya çıkan yalan türü hakkında
bir iki şey söylemek istiyorum.Yalan söz, ortaya çıkmadıktan sonra
ona kimse yalan diyemez. Yani siz bir şey söylersiniz, bu söylediğiniz şey le
muhatabınızı aldatırsınız. Bu, görünüşte yalan değildir. Bunun yalan olduğunu
yalnızca Allah bilir, bir de siz bilirsiniz. Fakat muhatabınız, aldatıldığını
düşünüyorsa ve bunu ispat ediyorsa o zaman sözün yalan olduğu, Allah ile sizin
aranızda sır olarak kalmaktan çıkar ve siz insanlar gözünde bir yalancı
olursunuz. Yani atasözünde olduğu gibi, sizin sözünüzün yalan olduğu, yatsı
olup da mum sönünce ortaya çıkar. Mumun yatsıya kadar yanması, yakın bir geleceği
ifade ve işaret etmesi bakımından önemlidir. Bu türlü yalana getireceğimiz
başka bir açıklama yok. Gelelim ikinci tür yalana.
İstatistik çok faydalı ve işlevsel
bir ilimdir. Basit ya da karmaşık olarak günlük hayatımızda çoğu kez fark
etmeden başvurduğumuz bir araçtır. Bazen gidip lavaş ekmek aldığım bir fırın
var. Perşembe günleri kapalı oluyor. “Neden pazar günü değil de perşembe?”
dedim. Fırında çalışan çırak, “en az
müşteri perşembeleri oluyordu” dedi. Bu yargıya varmak için en az birkaç hafta
günlük ciro takibi yapmış ve tatil yapmak için en az ciro yapılan günü
seçmişlerdi. Alın size tecrübeyle sabit, şaşmaz ve yanıltmaz bir istatistik. Ne
grafiğe ihtiyaç var ne aritmetiğe. Sadece kasada biriken parayı saymak yeterli.
İstatistik bazen can sıkıntısını da
alır. Ne bileyim, cadde üzerinde bir eve misafirliğe gitmişseniz, yapacak bir
şey yoksa anayoldan geçen arabaları sayarsınız. Dakikada kaç araba geçti, kaçı
kamyondu, kaçı minibüstü filan. Yahut renk tercihlerine göre bir çıkarımda
bulunmak da mümkündür. Kaçı beyaz, kaçı gri, kaçı siyah gibi…
Ben evvelden istatistiği bankamatik
ya da elektrik faturası kuyruğunda beklerken kullanırdım. Şimdi bütün ödemeler
internetten oluyor. Öyle uzun boylu kuyruklara girmiyoruz. Fakat sıradayken,
kuyruk da uzunsa eğer sırası gelen kişilerin işlem yapma sürelerini hesaplar
bunu, önümde kaç kişi varsa ona göre çarpar, böler ve çok yaklaşık bir sonuç
elde ederdim. Hesabımın neredeyse tuttuğunu görmek de keyif verirdi. Bazen
sıranın gelmediğinden yakındığı için oflayıp puflayanlara da “size şu kadar
dakika sonra sıra gelecek” derdim. Buna karşı tarafın aldırmayışına da çok
kafayı takmazdım.
Şimdilerde seçim anketleri yapılıyor.
Son bir ayda beş telefon aldım anket için. Beni rastgele seçmediklerinden de
neredeyse emin olmaya başladım. Arayanların üçüne cevap verip ankete katıldım.
Ne de olsa istatistik bir ilimdir ve benim de buna bir katkım olacaksa ne
saadet.
İkinci tür yalan için istatistik
diyorlar ya ben pek yalanını görmedim şükür. Yani veri toplayıp, istatistik
yapanlar işlerini baştan sağma yapıyorlarsa, eksik veri ile hesap yapıyorlarsa
ya da anket gibi işlerde manipülasyon yapıyorlarsa bir şey diyemem. Buna dense
dense ancak “kuyruklu yalan” denir. Kuyruklu yalana lügatler: “İnsanın kanması
için süslenmiş büyük yalan.” diyorlar.
Biz de başka bir şey diyemeyeceğiz vesselam.
24.04.2023/ Edremit
27 Ocak 2023 Cuma
İki Tarz-ı Telakki
İKİ TARZ-I TELAKKİ
Karşılıklı iyi niyetin, bütün engelleri aşmaya muktedir olduğuna bir kez daha şahit oluyorum. Bütün engeller, derken çok mu peşin yargılıyım acaba? Anladığımı yazmak; yazdığımın şuurunda olmak, sözlerimi idrak etmek, sindirmek, bir imbikten süzüp arı-duru hale getirmek geçerli bir durum değerlendirmesi olabilir mi acaba?
Yazıyorsam eğer, gözlerim, yüreğim birer rasathane
gibi işlemelidir. Ayrıntıları kaçırmak büyük kayıp olur. Defter bir talim alanı
gibi boş ve edilgen, kalem ise her an talim etmeye hevesli ve teyakkuzda dimdik
beklemeli. Her hadiseyi, yoğurup işlemeliyim. İşte onlardan biri teyakkuzda
duran kaleme “arş iiileri!” emrini veriyor.
*
Biz hastanede mesai saatleri dışında kapalı olan bir
otomatik kapıya doğru giderken, kapının yanındaki bankonun arkasında duran
şişman, tıknaz bir güvenlik görevlisi, “Hoop
hemşerim! Nereye gidiyorsunuz? Biz burada eşekbaşı mıyız? Karşı bloğa geçmek
için o kapının bu saatte kullanılmayacağını bilmiyor musunuz?” diyebilirdi. Bunu
deseydi, elbette ki çok haklı olurdu. Zira bulunduğumuz bloktan karşıya,
kestirmeden geçmek için kullanılan tünel geçit, mesai saatleri dışında kapalı
oluyor ve karşı binadaki servislere geçmek için epeyce zahmet çekmek gerekiyor.
Fakat bu güvenlik görevlisi haklı da olsa, bu sözleri sarf etmesi kırıcı
olabilirdi, etmedi. Geçelim asıl meseleye.
Güvenlik görevlisi elindeki kartı duvardaki sensora okutarak
kapıyı açıyor ve gülümseyerek müsaade ediyor bize. Biz geçide giriyoruz ve
hızlı adımlarla yaklaşık yüz metre uzunluğunda olan tünelin sonuna kadar
geliyoruz. O da ne? Tünelin çıkışındaki kapı da kapalı. Sonra arkamızdan “lap
lap” ayak sesleri duruyoruz ve birinin koşarak geldiğini anlıyoruz. Kapıdaki
güvenlik görevlisi, o tıknaz ve göbekli haliyle yetişiyor imdadımıza. Tünelin ucundaki
kapıyı da açıyor. “Size zahmet verdik beyefendi, yorduk sizi.” diyorum. “Ne
demek, görevimiz.” diye karşılık veriyor. Adamı alıp ciğerime sokasım geliyor.
Bir üçüncü senaryo nasıl olurdu bilemiyorum. Ben bu
kapalı binada kapıları fethetme olayını yaşayalı ne kadar oldu sahi? Defterime not
almamışım bunu. Üçüncü bir senaryoya da gerek yok sanırım.
Biri kurgu, biri gerçek iki senaryo, iki tarz, iki
telakki. Dünyayı güzelleştirecek şey, bir tebessüm, bir hüsn-ü hal, o kadar
vesselam…
12 Ocak 2023 Perşembe
Güney Köprüsü
GÜNEY KÖPRÜSÜ
Bilgisayarım arızalanmamış olsa, “Güney Köprüsü” diye bir şeyden muhtemelen haberim olmayacaktı. Başka bir vesile ile duysam, bunu coğrafi bir terim ya da yer tarifi zannedebilirdim. Bilgisayarın anakartı üzerinde bir bölümmüş meğerse. Arızalı bölüm güney köprüsüymüş ve anakartın değişmesi gerekiyormuş.
Elimdeki çalışan tek bilgisayar da buydu ve bunu tamir
ettiremezsem yazı-çizi işlerimi yapamayacaktım. Tamirci “bu bilgisayarı çöpe at”
dedi. Çünkü tamiri olmuyormuş. Mutlaka parça değişimi gerekiyormuş. Anakartı değiştirmek
için de servisin fahiş bir fiyat isteyeceğini söyledi.
Düşündüm de zaten zor zanaat almıştım bu bilgisayarı. Şimdi
tamirden başka çarem yoktu. Fakat tamir imkânsızdı. Parça değişimi de yeni bir
bilgisayarın fiyatına yakınsa o zaman yeni bir bilgisayar almak artık
kaçınılmaz hale gelecekti.
Tamir edilecek ya da parça değişimi ile bir nebze
olsun eski haline dönüp işimi yapmama yardımcı olacak bir bilgisayardansa yeni
bir bilgisayar almak daha mı mantıklıydı?
Bir alışveriş yapmadan önce fıtri kanunlar gereği olarak,
yapılması gereken birkaç şey vardı. Bunlardan biri, bilen birine danışmaktı ki
ben zaten tanıdığım ve dürüstlüğüne güvendiğim bir tamirciye danışmıştım. İkincisi
ise birkaç gün beklemekti ve bu bekleyiş, satın alınacak şeyin bir istek mi
yoksa bir ihtiyaç mı olduğunun sarahaten ortaya çıkması için yeterli bir
süreydi. Ben değil birkaç gün, neredeyse bir ay kadar beklemiştim ve alınacak
bir bilgisayarın tam anlamıyla bir ihtiyaç olduğunu belirlemiştim. Öyle ya,
alışveriş yapan kişinin hüsrana uğramaması için bir rehberin yönlendirmesine
ihtiyacı vardı ve benim için o rehber, Rehber-i Ekmel olan Peygamberimiz’in
çağlara ışık tutan sözleriydi. Evet, ihtiyacı belirleme ve onu temin etme adına
engin bir tavsiye, bundan sonraki aksiyonuma dümen tutacaktı. Fakat bu hangi
mahiyette gerçekleşecekti? Eldekini tamir mi yoksa bir yenisini almak mı?
Şimdi yeni bir bilgisayar alsam;
Evvela benim için, bir bilgisayar daha çöpe gidecekti.
Benim için, fabrikanın üretim bandından yeni bir
bilgisayar daha yürüyüp çıkacaktı.
Benim için, fabrikanın bir vardiyasında çalışan
yüzlerce işçinin, iş üreteceğim diye anası ağlayacaktı.
Benim için, faizci patronların cepleri, emek
sömürüsünden elde ettikleri haram paralarla, biraz daha şişecekti.
Benim için, kapitalizmin payına düşen emperyal
sömürünün kulelerine bir burç daha eklenecekti.
Benim için, çöpe gidecek bir bilgisayarın zararlı
atıkları, tabiatın canına okuyacaktı.
Benim için, israf düzeni put edinmiş, nemelazımcı ve
maymun iştahlı müsriflerin safına bir nefer daha yazılacaktı.
Benim için…
Benim için hakikaten artık yeni bir bilgisayar almak
vacip oldu. Bu yazıyı tamamlamadan evvel bilgisayarı servise götürdüm. Öyle ya,
tamirci ile filan olacak iş değildi. Servisten haber geldi. Belirledikleri fiyat,
birkaç sene önce bilgisayarı satın alırken ödediğim fiyatın tam bir buçuk katı
kadardı. Servisteki görevli de “At bunu çöpe hocam.” diyor.
Şimdi epeyce düşünmek zamanı.
Tamir mi, yenisini almak mı?
Ne güney köprüsüymüş arkadaş? Yıkılınca tamir de
olmuyormuş.
Faruk GÜVEN / 25.05.2020 / Edremit
20 Aralık 2022 Salı
İnsanlar Ne Kadar Yalancı?
İNSANLAR NE KADAR YALANCI?
“İnsanlar ne kadar yalancı?” sorusunun cevabı bir gözlem ve tespit meselesi. Kendimce bir tespit yaptım elbet. Bir değer ölçüsü, bir mihenk ve özgün bir fikir ortaya çıkardığımı sanıyorum.
İnsanlar o
kadar yalancı ki dürüst olduğuma, yalan söylemediğime/ söylemeyeceğime
inandıramadığım/ inandıramayacağım kadar yalancı. Fert fert bütün toplum,
hamuru yalanla karılmış bir ilişkiler yumağı içinde ya da hadiselerin
sarmalında, hayatlarından memnun olarak yaşıyorlar. Doğruyu söyleyince sularını
bulandırıyorsun. Alışık değiller çünkü bünyelerine ağır geliyor, hemen ateşleri
yükseliyor insanların.
Bazen bir
insana, bir mesele hakkında doğru bir şey söylemek ve onu eğri yolun encamından
çevirmek için “Nasıl anlatırsam inanır?” diye günlerce düşünüyorum. Hatta belki
de yalan söyleyerek hiç olmayacak, hiç inanılamayacak bir meseleyi daha kolay
kabul ettirebilirim diye düşünmüyor da değilim. Öyle ya bünye eğer sıcağa
alışmışsa, bir bardak soğuk su içirmek insanı zatürre bile edebilir. Yani akıl,
duyuş, his, frekans meselesi bu. Tutturmak, uymak, rezonans olmak lazım.
Doğru söyleyeni
dokuz köyün dokuzundan bile kovmuşlar. Doğruyu söyleyen, kendine o günden beri bir
köy bulup yerleşemedi sanırım. Doğruyu söyleyenler bu dünyada hep sürgün yaşamaya
mahkûmdurlar. Doğru söyleyenlerin kaderinde hep kovulmak vardır maalesef.
Doğru söze
inanmayanların, doğrucu insanları sevmeyenlerin, onları yanında yöresinde
görmek istemeyenlerin yalanlarla dolu dünyasında bir gün perdeler kapanacak,
ışıklar sönecek ve eşya bütün mahiyetiyle bir kez daha ve ebedi olarak ortaya
çıksın diye hiç zeval bulmayacak bir güneş doğacak. Artık o sonsuz güneşin
altında doğrucuların, yalancılara bir şey anlatmasına gerek kalmayacak. “Ben
demiştim ama”, “bak inanmamıştın bana” gibi cümleler sarf etmeye ihtiyaç
olmayacak. Herkes her şeyi ayan beyan görecek.
Akıl,
insana bahşedilmiş en büyük nimettir. İlim, insanoğluna Allah tarafından
verilmiş bir emirdir. Aklı işletip, merakına yol verip, doğruları araştırma
adına gayret sarf edip, yalanı doğrudan ayırabilecek bir bilince ulaşabilir
insanoğlu. Aldatmamak, aldanmamak lazım. Bunun için her söylenene değil doğru
söylenene inanmak gerekir. Zaten yalanın ömrü yatsıya kadardır. Doğrular ise,
eşyanın ve hadiselerin lif lif çözülüp ayıklanacağı sabahların öncesinde,
atmayı bekleyen şafaklar gibi bütün gözlere ve kulaklara ulaşmayı sabırla
beklemektedir.
Faruk GÜVEN
Aralık 2022, Edremit
-
MUHASEBE DEFTERİ Kulağımda dokunaklı bir müzik; epey efkârlı bir sabah yürüyüşü yaparken tabiatın, sosyal çevrenin her ayrıntıs...
-
DİKİZ AYNASINDAN GÖRÜNEN CENAZE ARABASI Belki ilk kez görmüyordum ama bu derece anlam yüklü olacağını hiç düşünmemiştim...





